Prostat Kanseri
- Oktay ÖZMAN
- Aug 30, 2024
- 11 min read
Prostat kanseri nedir? Neden adını diğer kanserlerden çok daha fazla duyuyoruz? Ben Doç.Dr. Oktay Özman. Prostat kanseri ve robotik cerrahi alanında yurtdışında yüksek ihtisas eğitimi almış bir üroloji doktoruyum. Prostat kanseri makale serisinin bu ilk bölümünde sizlere prostat kanseri ile ilgili bilinmesi gereken temel bilgilerden bahsedeceğim.
Prostat kanseri nedir?
Prostat kanseri çoğunlukla prostat bezinin periferik bölgesinde ortaya çıkan adenokarsinomlardır. Prostatı bir portakala benzetecek olursak periferik bölge portakalın kabuğuna karşılık gelmektedir. Prostat kanserleri sıklıkla bu bölgede oluşmakla beraber iyi huylu prostat büyümesinin görüldüğü transizyonel bölgede yani portakalın dilimlerinde de görülebilir. Çoğu prostat kanseri yavaş büyür ancak bazı prostat kanserleri agresif seyredebilir. Metastazların yani hastalığın başka organlara sıçramasının en sık görüldüğü yerler kemikler ve lenf düğümleridir.
Prostat kanserinin sıklığı
Bütün dünyada prostat kanseri erkek kanserlerinin %15'ini oluşturur. Prostat kanseri ortalama insan ömrünün daha uzun olduğu gelişmiş ülkelerde daha sık görülür. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre prostat kanseri erkeklerde en sık rastlanan ikinci kanserdir. Her yıl bütün dünyada yaklaşık bir buçuk milyon erkeğe prostat kanseri tanısı konulmaktadır. Ülkemizde bu sayı yaklaşık 20 bin civarındadır. Öte yandan gene her yıl yaklaşık yarım milyon erkek prostat kanseri nedeniyle hayatını kaybetmektedir.
Prostat kanseri risk faktörleri
Hastalık için en iyi bilinen üç risk faktörü ileri yaş, etnik köken ve genetik yatkınlıktır.
İleri yaş prostat kanseri gelişmesinde en önemli risk faktörü olarak öne çıkmaktadır. Ancak vakaların yaklaşık dörtte biri 65 yaş altı erkeklerde görülmektedir. Siyah ırka mensup erkeklerde hem prostat kanseri görülme sıklığı hem de ölüm oranı daha yüksektir.
Birinci derece akrabalarda prostat kanseri olması durumunda risk en az iki katına çıkar. Akraba dereceleri ile ilgili hukukta ve tıpta farklı tanımlamalar nedeniyle kafa karışıklığı doğmaktadır. Hukuken kardeşler ikinci derece sayılırken tıpta genetik olarak yarı benzerlik taşıyan anne-baba, kardeşler ve çocuklar birinci derece akrabadır. Yani özetle babanızda ya da kardeşinizde prostat kanseri saptanması sizin için de riski arttırmaktadır. Kalıtsal prostat kanseri genellikle diğer vakalara göre daha genç yaşlarda gelişir. BRCA gen mutasyonlarının varlığında tıpkı kadınlarda meme kanseri riskinin artması gibi erkeklerde de prostat kanseri riski artmaktadır.
50 yaşın üzerindeki erkeklerin PSA testi yaptırması gerekmektedir. PSA prostat tarafından salgılanan ve kanda tespit edilebilen bir enzimdir. PSA değerinin yüksek olması prostat kanseri ile ilgili şüphe doğurmaktadır. PSA kanser dışındaki prostat hastalıklarında da yükselebileceği için dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir. PSA yüksekliğinde hastanın yaşı, prostat büyüklüğü, enfeksiyon varlığı gibi faktörler göz önünde bulundurulmalıdır. Ek olarak, yüksek PSA parmakla makattan yapılan prostat muayenesi ile beraber değerlendirilmelidir.
Prostat kanseri semptomları
Prostat kanseri genellikle yukarıda tarif edilen PSA testi ve parmakla prostat muayenesi ile tespit edilir. Hastalık çoğunlukla bir semptoma neden olmaz. İlerlemiş bir prostat kanseri idrar yollarına baskı yaparak işeme zorluğuna neden olabilir. İdrarda ya da boşalma sonrası menide kan görülebilir. Daha ileri vakalarda idrar çıkışının tamamen tıkanmasına bağlı olarak böbrek yetmezliğine ait belirtiler görülebilir. Akciğerlere sıçramış prostat kanseri öksürüğe neden olur. Prostat kanserinin sıklıkla sıçrama yaptığı diğer organlar kemiklerdir. Bu hastalarda kemik ağrıları görülür. İlerlemiş hastalık kansızlık, kilo kaybı ve yaygın ağrılara neden olabilir.
Prostat biyopsisi
Prostatta kötü huylu bir lezyon yani kanser olup olmadığını saptamanın kesin yolu prostat biyopsisidir. Biyopsi kararı PSA, parmakla makattan prostat muayenesi, prostat büyüklüğü, hastanın yaşı ve diğer risk faktörlerini göz önünde bulundurarak verilir. PSA değeri çoğu zaman biyopsi kararı vermek için tek başına yeterli değildir. Örneğin 85 yaşında bir hastanın PSA değerinden ziyade ortalama yaşam beklentisi dikkate alınmalıdır. Genellikle ortalama yaşam beklentisi 10 yılın altında olan ya da 75 yaşından büyük erkeklerde PSA testi yapılması önerilmemektedir. Çünkü bu kişilerde prostat kanserinin kendisinin ve kanser nedeniyle uygulanacak tedavilerin yan etkilerinin hastanın ömrünü kısaltma riski arasında çok fark yoktur. Öte yandan kanser gelişmemiş olsa da büyük bir prostatı olan hastanın PSA değeri iyi huylu büyümeye bağlı yüksek olacaktır.
Günümüzde prostat biyopsisi öncesi şüpheli vakalarda multiparametrik prostat MR’ı da yaygın olarak kullanılmaktadır. Prostat MR’ı organ içindeki şüpheli alanları 1 ile 5 arasında bir puan vererek skorlamaktadır (PIRADS). 1 ve 2 puan alan hastalarda tedavi edilmesi gereken prostat kanseri saptanma ihtimali çok düşükken 4 ve 5 puanda yüksektir. PIRADS 1 ve 2 lezyonlar biyopsi yapılmadan takip edilir. Oysa PIRADS 4 ve 5 lezyonlara mutlaka biyopsi yapılması gerekir. Arada kalan PIRADS 3 lezyonlarda her hasta özelinde karar vermek gerekmektedir.
Eskiden prostat biyopsileri makattan bir prob yerleştirilmesi ile sadece ultrason yardımıyla yapılırdı (transrektal iğne biyopsisi). Ultrasonda prostat kanseri şüphesi olan lezyonlar MR’da olduğu gibi görülemez. Dolayısıyla bu eski teknikte prostatın her bölgesinden sistematik olarak iğne biyopsileri alınırdı. Günümüzde ise gelişen MR teknolojileri sayesinde prostat kanseri şüpheli lezyonlar görülebilmekte ve direkt olarak bu lezyondan parçalar alınarak daha isabetli tanılar konulabilmektedir.
Multiparametrik prostat MR’ı her MR cihazı ile çekilememektedir. Uygun MR cihazına erişilemeyen durumlarda ya da kapalı alan fobisi olan hastaların kapalı MR cihazlarına girememesi halinde biyopsi eski teknikle (transrektal iğne biyopsisi) de yapılabilir.
İlk prostat biyopsisi negatif olan erkeklerde hala prostat kanseri riski vardır ve ilk biyopsi yüksek dereceli prostatik intraepitelyal neoplazi gösterirse ya da parmakla makattan prostat muayenesinde anormallik saptanmışsa risk biraz daha yüksektir. Bu hastalara yeniden biyopsi yapılması gerekebilir. İlk biyopsisi negatif saptanan bu hastalarda ikinci biyopsinin prostat MR füzyon biyopsisi tekniği ile yapılması önemlidir.
Prostat kanseri tanı ve evrelenmesi
Biyopsi örnekleri patolojik incelemeye tabii tutulur ve prostat kanseri tanısı patoloji uzmanınca konulur. Prostat kanseri tanısı konulduktan sonra ilk yapılması gereken şey hastalığın risk değerlendirmesinin yapılması ve risk grubuna uygun olarak evrelenmesidir.
Prostat kanserinin yayılma riski şu parametreler dikkate alınarak değerlendirilir; (1) PSA testi sonucu, patoloji raporunda belirtilen hastalık derecesi ve hastalığın prostat içindeki yaygınlığı.
PSA testi prostat kanserinden şüphelendiren ve biyopsiye kadar ilerleyen bütün süreci başlatan ilk aşamadır. PSA testi sadece kanser şüphesini göstermez, prostat kanseri tanısı konulduktan sonra da kanserin yayılma potansiyeline dair önemli bir işarettir. Kan PSA değeri 20 ng/mL’nin üzerinde olan hastalar yüksek risk grubuna girer. Patoloji raporunda belirtilen hastalık derecesi diğer önemli parametredir. Gleason skoru olarak bilinen ve 6-10 arasında değişen bu derecelendirmeye göre 8 ve üzerindeki değerler yüksek riskli kabul edilir. Hastaları yüksek risk grubuna sokan bir diğer parametre de hastalığın prostat içindeki yaygınlığıdır. Eğer hastalık iki lobuna da yayılmış ise bu hastalar yüksek riskli prostat kanserine sahip olurlar.
Öte yandan hem PSA değeri 10 ng/mL’den düşük, hem Gleason skoru 6 hem de hastalığı sadece prostatın bir lobunun yarısında sınırlı olan kişiler düşük risk grubuna girerler. Yüksek ve düşük risk grubuna girmeyen tüm diğer hastalar orta risk grubunda değerlendirilir.
Peki, risk sınıflaması tam olarak neye işaret etmektedir? Prostat kanseri eğer tanı anında başka organlara sıçrama yapmamış ise ameliyatla ya da ışın tedavisi ile tedavi edilir. Hastalığın tanısında önemli bir yer tutan PSA değeri ameliyattan hemen sonra da kontrol edilir. Hastalığın tamamen vücut dışına çıkarılması ile beraber PSA’nın ölçülemeyecek kadar düşük değerlere gerilemesi beklenir. İşte risk sınıflaması ameliyat ya da ışın tedavisinden sonra PSA değerinin yüksek kalması ya da düşüp yeniden yükselmesi ihtimallerini değerlendirir. Yüksek riskli hastalarda ameliyat sonrası PSA yüksekliği görülebilir ve ek tedaviler gerekebilir.
Prostat kanseri tanısından sonraki aşama kanserin yaygınlığının belirlenmesi yani evrelenmesidir. Prostat kanseri en sık lenf bezelerine, kemiklere ve akciğerlere sıçrar. Orta risk grubuna girip Gleason 4+3=7(*) olan hastalar ve yüksek risk grubuna dahil hastalar karın ve pelvik bölgeyi kapsayan bir BT ya da MR incelemesinden geçmelidir. Günümüzde prostat MR’ı yaygın olarak kullanıldığı için çoğu zaman yeniden bir görüntüleme yapılmasına gerek kalmamaktadır. Yukarıda bahsedilen hastalar kemik metastazlarını değerlendirmek için kemik sintigrafisinden geçmelidir.
(*) Daha önceden bütün Gleason 7 prostat kanserleri aynı değerlendirilirken günümüzde skorun hesaplamasında geliş yoluna bakılarak Gleason 7 hastalık iki alt gruba ayrılmıştır. Artık 4+3=7 olan hastalar 3+4=7 olan hastalardan daha riskli kabul edilmektedir.
Prostat kanseri ameliyatı
Prostat kanserinin cerrahi tedavisi, idrar borusu yani üretra ile mesane arasındaki prostat bezinin tamamının çıkarılmasını ve her iki seminal vezikülün rezeksiyonunu içerir. Bu ameliyata radikal prostatektomi denir. Bu ameliyat prostat kanserinin prostat içinde sınırlı olduğu (lokalize prostat kanseri) ya da lenf nodlarına sıçrama yaptığı hallerde yapılabilir. Ama kemikler, akciğerler gibi başka organlara sıçramış prostat kanseri cerrahi olarak tedavi edilemez. İşleme sıklıkla iki taraflı pelvik lenf bezelerinin çıkarılması da eşlik eder. Lenf bezelerinin çıkarılıp çıkarılmayacağına hastanın risk grubu dikkate alınarak karar verilir. Prostat kanseri risk gruplandırması için …. adlı makaleyi okuyabilirsiniz. Yüksek risk grubundaki hastalarda lenf bezeleri mutlaka çıkarılmalıdır. Düşük risk grubunda ise bu gerekli değildir. Orta risk grubundaki hastalar gene risk sınıflamasına benzer bir skorlamaya tabi tutularak hastalığın lenf bezelerine sıçramış olma ihtimali tahmin edilmeye çalışılır. Yüksek olasılık saptanan hastalarda lenf bezeleri çıkartılır.
Prostat kanseri cerrahisi yani radikal prostatektomi açık ya da kapalı olarak yapılabilir. Açık cerrahi göbek altından yapılan yaklaşık 10 cm’lik dik bir kesiden gerçekleştirilir. Periton denen karın zarı açılmadan, peritonun hemen altında prostat ve idrar kesesinin yerleştiği pelvik bölgeye girilir. Pelvik organların iki yanından birçok sinir ve kan damarı geçer. Bu ameliyat sırasında ayak ve bacak kaslarını kontrol eden obturator sinir ve penisin sertleşmesinden sorumlu olan sinir liflerine çok yakın bir cerrahi uygulanır. Öte yandan alt ekstremitelere (bacaklar) giden kan damarları da prostatın çok yakınından geçer. Hatta prostatın drene eden lenf bezeleri bu büyük damarların üzerlerinde ve etrafında yer alır. Lenf bezelerinin çıkarılacağı durumlarda bütün bu damar ve sinirlerin etrafı temizlenir. Prostat mesane ile idrar borusu arasından çıkartılır. Daha sonra idrar borusu ve mesane uç uca dikilerek idrar yolunun devamlılığı yeniden sağlanır. Ameliyat sonunda cerrahi alana bir drenaj hortumu ve idrar yoluna da sonda yerleştirilir. Drenaj hortumu ameliyat sonrası takip edilir. Eğer ameliyat sahasından gelen bir içerik olmazsa birkaç güne çıkarılır. Sonda ise bir hafta ile on gün kadar, mesane ve idrar borusu arasındaki dikişler iyileşene dek kalır.
Prostat kanseri ameliyatı kapalı yöntemle de yapılabilir. Kapalı yöntemler laparoskopik ve robotik cerrahi olarak ikiye ayrılır. Açık ameliyatın temel prensipleri üzerine geliştirilen bu kapalı tekniklerde farklı olarak karında büyük bir yara yerine küçük delikler açılır. Bu deliklerden kamera ve cerrahi aletler karın içine yerleştirilir. Laparoskopik cerrahide kamera ve aletler doğrudan cerrah ve cerrahi asistan tarafından kontrol edilir. Robotik cerrahide ise bütün bu kollar robota bağlanır. Cerrah konsoldan, hastaya temas etmeden bu kolları kontrol eder. Robotik cerrahi cerraha daha rahat bir ameliyat imkanı sunar. Böylece kanama ve diğer komplikasyon riskleri en aza iner. Laparoskopik cerrahi sırasında kameradan gelen iki boyutlu görüntü ile işlem yapılır. Oysa robotik cerrahide karın içinin üç boyutlu görüntüsü konsola aktarılır. Derinlik hissinin de sağlanması ile prostat etrafından geçen ve penis sertleşmesinden sorumlu sinirlerin incelikli bir cerrahiyle korunması mümkün olur.
Prostata sınırlı prostat kanserinin tek tedavi seçeneği cerrahi değildir. Radyoterapi, cerrahiye karşı bazı dezavantajlar barındırmakla beraber cerrahiye uygun olmayan ya da bunu tercih etmeyen hastalarda seçeneksiz kalmaktan kurtarır. Gerçekten de bilimsel araştırmalar prostat kanser cerrahisi yani radikal prostatektomi ile ışın tedavisinin kanserin kontrolü açısından benzer sonuçlar verdiğini göstermiştir.
Prostat kanseri cerrahisi ürologlarca yapılırken ışın tedavisi radyasyon onkologları tarafından uygulanır. Işınlama seanslar halinde yapılır. Her seansta daha önceden belirlenmiş dozlarda radyasyon kanserli dokuya gönderilir. Işın tedavisi daha sık olarak vücut dışından radyasyon dalgalarının kanserli bölgeye gönderilmesi şeklinde uygulanırken bazı hastalarda radyoaktif tohumların prostat bezine yerleştirilmesi ile de yapılabilmektedir. Bu iki yöntemin beraber kullanılması da mümkündür. Işın tedavisi sıklıkla hormon tedavisi ile beraber uygulanır. Bu tedavi ışınlama seansları tamamlandıktan sonra da bir ya da birkaç yıla kadar devam edebilir. Hormon tedavileri prostat kanserinin ilerlemesine neden olan erkeklik hormonu yani testosteronun baskılanmasına yöneliktir.
Işın tedavisi penisin sertleşmesinden sorumlu olan sinirleri ve idrar tutmanın kontrolünden sorumlu kasları cerrahi kadar etkilemez. Dolayısı ile prostat kanseri cerrahisinden sonra görülebilen sertleşme ve idrar kaçırma problemleri ışın tedavisinden sonra beklenmez.
Ameliyat ile prostat tamamen vücut dışına çıkarılırken ışın tedavisinde organ vücutta kalır. Hastalığın başka organlara yayılmamış olduğu bir hastada, prostatın ve kanserli dokunun başarılı bir şekilde çıkarıldığı bir cerrahiden sonra PSA ölçülemez değerlere düşer. Oysa ışın tedavisi prostat içindeki kanserli dokuyu tamamen yok ettiğinde bile kanda belli bir düzeyde PSA saptanmaya devam eder. Bu durum hastalığın nüks etmesi halinde tespitini bir miktar zorlaştırabilir.
Prostat kanseri genellikle organın kabuk kısmında gelişirken iyi huylu prostat büyümesi idrar borusunu saran iç kısımda meydana gelir. Bazı hastalarda iyi huylu prostat büyümesi ile prostat kanseri aynı anda gelişebilir ya da kanser idrar borusunu tıkayacak kadar ilerleyebilir. Işın tedavisi ile prostat çıkarılmadığı için prostat büyümesine bağlı işeme problemleri devam edebilir, hatta ışın tedavisi ile daha da kötüleşebilir. Buna engel olmak için genellikle ışın tedavisi alan ya da alacak olan hastalarda prostat büyümesi ameliyatı (TUR-Foraj) yapılır. Bu ameliyatın yapılma amacı kanserli dokuyu çıkarmak değil işeme problemlerine neden olan iç kısmı kazımaktır. Yani, ışın tedavisini tercih eden ve ameliyat olmak istemeyen hastaların da yukarıdaki sebepten dolayı ameliyat olması gerekebileceği akılda tutulmalıdır.
Diğer taraftan tam tersi bir durum da söz konusu olabilir. Prostat kanseri ameliyatı sonrası PSA değeri ölçülemez değerlere düşmeyen ya da düştükten sonra tekrar yükselen hastalarda, kanserin prostat çevresindeki lenf bezlerine yayılmış olduğu ya da nüks riskinin yüksek olduğu hastalarda ameliyat sonrası ek ışın tedavisi gerekebilir.
Öte yandan ışın tedavisi ile amaç prostattaki kanserli dokuları ışınlamak olsa da prostat ile beraber çevre dokular da radyasyona maruz kalmaktadır. Bu durum çok sık olmamakla beraber uzun dönemde ışınlanan bölgede başka kanserlerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Ayrıca ışından etkilenen son bağırsakta ve anüste iltihap gelişebilmektedir.
Görüldüğü gibi prostat kanseri ameliyat ve ışın tedavisi ile başarılı bir şekilde tedavi edilebilirken her iki yöntem de kendine ait avantajlar ve dezavantajlar barındırmaktadır. Hasta ve doktoru tedavi kararı verirken bütün bu durumları detaylıca konuşmalı ve karar birlikte verilmelidir. Bazen hastaların cerrahiyi tercih etmemesi endişesi ile ameliyat öncesinde ışın tedavisi hakkında yeterince bilgi verilmemekte, ameliyat sonrası ışın tedavisi ihtiyacı doğduğunda bundan söz edilmektedir. Oysa tedaviye başlamadan önce bütün seçenekler göz önünde bulundurulmalıdır.
Prostat kanserinde hormon tedavisi
Androjen yoksunluğu tedavisi ya da prostat kanserinde hormon tedavisi, testosteron ve diğer androjenlerin yani erkeklik hormonlarının etkilerini azaltarak etki gösteren ve böylece prostat kanserinin ilerlemesini engelleyen tedavileri kapsar. Kullanılan ana tedaviler LHRH agonistleri ve anti-androjenlerdir. Bu ilaçlar testisler sanki hadım edilmiş yani kastrasyon uygulanmış gibi etki eder. Bu nedenle bu tedavi medikal kastrasyon olarak da adlandırılır.
Hormon tedavileri hem metastatik prostat kanserinde (hastalığın kemikler, akciğerler gibi uzak organlara sıçradığı hallerde) ya da ilerleme riski yüksek olan organa ya da bölgesel lenf bezelerinde sınırlı hastalıkta verilir. Androjen yoksunluk tedavisi birkaç yıla yayılan sürelerde devamlı olarak ya da hastalığın yatıştığı dönemlerde tedaviye ara vererek uygulanır.
Testosteron yani erkeklik hormonu prostat kanserinin oluşumu ve ilerlemesinde önemli bir rol oynar. LHRH adlı bir başka hormon ön hipofiz bezinde uygun reseptörlere bağlanarak bir dizi biyokimyasal reaksiyonları uyarmak suretiyle vücutta testosteronun üretimini kontrol eder. Prostat kanseri hastalarına verilen LHRH agonisti ilaçlar (goserelin, leuprorelin ve triptorelin gibi) vücutta testosteron üretimini tamamen durdurur. Agonist kelimesi vücutta bulunan bir molekülün etkisini taklit eden ilaçlar için kullanılır. Oysa burada LHRH agonistlerinin testosteron üretimini baskıladığını ifade ettik. LHRH agonisti ilaçlar reseptörleri ilk uyardığında, testosteron seviyesinin 10 güne kadar sürecek bir ilk alevlenmesine yol açabilir. Fakat daha sonra etki tersine döner ve testosteron dört hafta içinde hadım seviyelerine ulaşır.
İkinci ilaç grubu olan anti-androjenler ise esas olarak androjen reseptörü yoluyla sinyal yolunu inhibe ederek etki gösterir, bu da prostat kanseri büyümesinin durmasına yol açar. Anti-androjenler steroid yapıda olanlar (siproteron asetat) ve olmayanlar (bikalutamid, nilutamid ve flutamid) olarak sınıflandırılır. Bu ilaçlar LHRH agonistleri ile beraber kullanılır.
Öte yandan cerrahi kastrasyon androjen yoksunluğu tedavisinde hala altın standart yöntemdir. Bilateral orşiektomi (total veya subkapsüler) basit bir cerrahi işlemdir. Bu işlemle iki testis de alınır. Orşiektomi lokal anestezi altında da yapılabilir. En önemli dezavantajları ise olumsuz psikolojik etkisi, geri döndürülemez olması ve aralıklı tedaviye izin vermemesidir.
İster cerrahi kastrasyon yapılsın isterse de androjen yoksunluğu tedavisi uygulansın bazı agresif prostat kanserlerinde testosteron hadım seviyelerine kadar düşmüş olsa bile hastalık bu tedaviye direnç kazanabilir. Bu durumda hastalık kastrasyona dirençli prostat kanseri olarak adlandırılır. Bu aşamada kullanılan daha yeni ilaçlar arasında abirateron (testosteron üretimi için gerekli enzimleri baskılayan) ve enzalutamid (hücre çekirdeğine androjen reseptör transferini bloke eden) yer alır.
Androjen yoksunluğu tedavisi, prostat kanseri tedavisinde sıkça kullanılan bir yöntemdir. Ancak, bu tedavinin bazı yan etkileri olabilir. İşte androjen yoksunluğu tedavisinin yaygın yan etkileri:
- Cinsel işlev bozukluğu (libido azalması ve erektil disfonksiyon, sertleşme bozukluğu): Androjen yoksunluğu, testosteron seviyelerindeki düşüş nedeniyle cinsel dürtüyü azaltabilir ve erektil disfonksiyona yol açabilir.
- Sıcak basması ve terleme: Hormonal değişiklikler sıcak basmalarına (aniden hissedilen sıcaklık artışları) ve terlemelere neden olabilir.
- Kas kütlesinde azalma ve güç kaybı, halsizlik, yorgunluk: Testosteronun azalması, kas kütlesinde ve gücünde azalmaya neden olabilir. Enerji seviyelerinde düşüşle beraber halsizlik ve yorgunluk da görülür.
- Kilo artışı: Vücut kas kitlesi azalırken bir yandan da hormonal değişiklikler metabolizmayı etkileyebilir ve kilo artışına neden olabilir.
- Ruhsal durum değişiklikleri ve depresyon: Hormonal değişiklikler, bazı kişilerde ruh halinde dalgalanmalara ve depresyona yol açabilir.
- Osteoporoz (kemik erimesi): Tıpkı menopozla beraber kadınlardan östrojenin etkisinin azalması ile gelişen osteoporoz gibi, erkeklerde testosteronun azalması da, kemik yoğunluğunu etkileyebilir ve osteoporoz riskini artırabilir.
- Meme büyümesi (jinekomasti): Aslında erkeklerin vücudunda da kadınlık hormonu olarak bilinen östrojenlerden bir miktar bulunur. Fakat çok daha fazla testosteron olduğu için östrojenin etkisi baskılanır. Androjen yoksunluk tedavileri testosteronun etkisini ortadan kaldırdığı için bu az miktardaki östrojen bile baskın hale gelebilir ve erkeklerde meme dokusunun büyümesine neden olabilir.
Bu yan etkiler, tedaviye bağlı olarak bireyden bireye değişebilir. Ayrıca, yan etkiler genellikle tedavi sonlandırıldığında geri dönüşü olan durumlardır, yani tedavi kesildikten sonra birçok semptom normale dönebilir.
- Kalp-damar hastalıkları: Androjen yoksunluğu kanın pıhtılaşma eğilimini arttırması, kilo artışı, kolesterol seviyelerinde değişiklik ve insülin direncine neden olmasından dolayı kardiyovasküler hastalık riskini de arttırabilir.
Tedavi planı yapılırken hastanın bireysel olarak durumunun değerlendirilmesi ve bütün bu olası yan etkilerin göz önünde bulundurulması gerekir.
Commentaires